Avrupa girişim pazarı sahneye çıkmaya hazır: Slush 2026’dan güçlü sinyaller

Silikon Vadisi çevrelerinde, Avrupa’daki girişim pazarı çoğu zaman “yeterince büyük değil” ya da “yeterince aç değil” diye küçümseniyor. Ancak bu algı, Avrupa’daki girişimcilerin kendi potansiyellerine bakışıyla taban tabana zıt.
Slush, Avrupa girişim ekosistemindeki dönüşümün vitrini oldu
Helsinki’de her yıl düzenlenen Slush konferansı, bu yıl Avrupa girişim pazarının bir dönüm noktasına yaklaştığını açıkça gösterdi. Katılımcıların çoğu, bölgenin artık trilyon dolarlık ilk Avrupa startup’ına zemin hazırlayacak olgunluğa yaklaştığı görüşünde birleşiyor.
Girişimciler, yatırımcılar ve kamu temsilcileri, yıllarca Avrupa’nın gerçek ölçeğine ulaşmasını engelleyen sorunları açıkça kabul ediyor. Uzun süre boyunca pek çok Avrupalı kurucu, şirketini kurmak için ABD’ye taşınmak zorunda kaldı ya da yerel müşteri ve sermaye eksikliği nedeniyle şirketini olması gerekenden çok daha erken sattı.
ABD sermayesinin iştahı arttı: “Avrupa artık az sermayeli değil”
Pandemi sonrasında bazı büyük fonlar Londra’da ofis açarak Avrupa pazarına girmeye çalıştı; fakat daha sonra bu ofislerin bir kısmı kapandı, ekipler dağıldı. Bu gelişmeler, yüzeyde Avrupa’ya olan ilginin azaldığı izlenimi yarattı.
Ancak Slush’ta konuşan çok sayıda yatırımcı, “Avrupa az sermayeli” söyleminin artık gerçeği yansıtmadığını vurguluyor. Bir yatırımcı, beş yıl öncesine kıyasla bugün Avrupa’ya çok daha fazla ABD sermayesi aktığını özellikle dile getiriyor. Bazı fonların geri çekilmesi daha çok manşet oluyor olsa da, aynı dönemde başka büyük ABD fonları Londra’da ofis açarak uzun vadeli varlık göstermeye başladı.
Avrupalı girişimler artık Silikon Vadisi’ne taşınma baskısına direniyor
Avrupa şirketleri, ABD’li yatırımcılardan gelen “Merkez ofisi mutlaka Silikon Vadisi’ne taşıyın” baskısına giderek daha fazla karşı duruyor. Başarılı örnekler de bu direnci destekliyor.
Örneğin, “vibe coding” yaklaşımıyla dikkat çeken Lovable adlı platformun kurucu ortağı ve CEO’su Anton Osika, Slush’ta yaptığı konuşmada şirketinin hızlı büyümesini doğrudan Avrupa’da kalma tercihlerine bağladı. Lovable, yalnızca bir yıl içinde 200 milyon dolar yıllık yinelenen gelire (ARR) ulaşmayı başardı. Osika, bunun temelinde şirketin Avrupa’da konumlanması ve Silikon Vadisi’nden kıdemli yetenekleri Stockholm’e çekmesi olduğunu söylüyor.
“ABD’den 10 yıl gerideyiz ama girişimler artık ana akım”
Estonya çıkışlı Skype’ın ilk çalışanlarından olan ve bugün erken aşama girişimlere yatırım yapan Taavet Hinrikus, Avrupa pazarının ABD’ye kıyasla yaklaşık 10 yıl geriden geldiğini kabul ediyor. Ancak ona göre fark, eskisi gibi yapısal bir geri kalmışlık değil.
Hinrikus, 10 yıl önce Avrupa’da girişimciliğin bu kadar ana akım olmadığını, bugün ise startup dünyasının toplumsal ve ekonomik hayatın merkezine yerleştiğini belirtiyor. Bir diğer deneyimli yatırımcı da, kariyerinin başında girişimlerin bölge ekonomisinde neredeyse görünmez bir paya sahip olduğunu, bugün ise startupların Avrupa GSYH’si içindeki payının kayda değer biçimde arttığını ve bunun büyümeye devam edeceğini ifade ediyor.
Spotify ve Klarna etkisi: Yeni kuruculara özgüven ve sermaye
Spotify, Klarna gibi küresel başarı hikâyeleri, Avrupa girişim ekosisteminin profilini önemli ölçüde güçlendirdi. Bu örnekler, yeni kuruculara “erken çıkış yapmak zorunda değiliz” mesajını veriyor.
Ayrıca bu dev şirketlerde deneyim kazanmış çalışanlar, bir yandan gerekli teknik ve operasyonel becerileri edinirken, diğer yandan kendi şirketlerini kurabilecek finansal güvenceye kavuşuyor. Böylece bölge genelinde seri girişimci profili giderek yaygınlaşıyor.
AB düzenlemeleri: Tek seferde tüm Avrupa’ya kayıt dönemi geliyor
Avrupa’daki dönüşüm yalnızca özel sektörle sınırlı değil. Regülatörler de sahaya inmiş durumda ve girişimlerin Avrupa genelinde ölçeklenmesini kolaylaştıracak adımlar atıyor.
Avrupa Birliği, önümüzdeki yıl yürürlüğe girmesi beklenen bir düzenleme paketiyle, startupların tek bir işlemle tüm AB ülkelerinde şirket olarak tescil edilebilmesinin önünü açmaya hazırlanıyor. Bugün girişimler genellikle yalnızca kendi ülkelerinde şirket kurabiliyor; daha sonra her yeni ülke için ayrı yasal süreçlere girmeleri gerekiyor. Yeni adımlar, bazı bürokratik ve hukuki tartışmaları beraberinde getirse de, Avrupa çapında ölçeklenme için önemli bir eşik olarak görülüyor.
Eksikler sürüyor ama hava iyimser: “Avrupa sahneye çıkıyor”
Elbette tablo tamamen pürüzsüz değil. Avrupa’daki büyük şirketler, ABD’deki muadillerine kıyasla hâlâ daha az risk alıyor; yeni teknolojileri deneme ve startup çözümlerini erken benimseme konusunda daha temkinli davranıyor. Bu durum, özellikle kurumsal müşteriye satış yapan B2B girişimler için büyüme hızını sınırlayabiliyor.
Buna rağmen Slush’ta hâkim olan duygu net: iyimserlik. Katılımcılar, Avrupa’nın kendi rotasını çizmekte geciktiğini kabul ediyor ama artık bölgenin kendi kimliğini bulduğunu düşünüyor.
Konferans girişinde yer alan karşılama pankartı ise bu yeni özgüveni özetliyor: “Still doubting Europe? Go to Hel.” (Hâlâ Avrupa’dan mı şüphe ediyorsun? O zaman Helsinki’ye gel.)
Verilen mesaj açık: Avrupa girişim pazarı uzun süren hazırlık döneminin ardından artık sahne ışıklarının tam ortasına çıkmaya hazır.







